Bir Yorum

  1. vanyadayi
    vanyadayi ·

    tahta bıçak sapları otuz dört adetti. bıraktığı gibi duruyorlardı. çömeldi. toprağa oturdu. çoktan satıldıklarını sandığı bıçak saplarına baktı. hepsinin de satılacağını düşünmüştü, ama işte hepsi karşısında, aradan sanki hiç zaman geçmemiş gibi duruyorlardı. sabahın erken saatlerinde panayıra getirmiş, eski bir arkadaşının tezgâhına, satılsınlar diye bırakmıştı. arkadaşı da zaten değişik ülkelerden topladığı hançer ve kısa kılıçlar satıyordu. tezgâhın köşesine yerleştirmişlerdi bıçakları birlikte. saplarını otuz dört ağaçtan, özenle, uzun süren uğraşlarla yaptığı bıçakları arkadaşına emanet etmişti. çoğalmaya başlayan kalabalığın içinden geçerek panayır meydanından uzaklaşıp ilerdeki liman köyüne gitti. kıyıda taşlara oturup bekledi. gecenin gelmesini, panayırın bitmesini, o yokken bıçak saplarının satılmasını, satılıyor olmasını uzakta yaşamak istemişti. yaşamıştı da. sonra oturduğu taşlardan kalkmış, deniz kenarını terk etmiş, panayırın kurulduğu meydana gitmişti. nedensiz bir gülümseme dudaklarında, arkadaşının tezgâhına yaklaşmış ve sabah bıraktığı bıçak saplarından kaçının satıldığını sormuştu. arkadaşı kısık sesle “hiçbiri”, demişti. susmuştu adam. hiç kımıldamadan, sanki kımıldamaktan korkar gibi duruyordu. çömeldi. sabah bırakırken güzel ışıltılarla parladıklarını hatırladığı, sedef-kemik parçalarıyla süslü bıçak sapları şimdi gözüne soğuk, kaba, çirkin odun parçaları gibi görünüyordu. ne yapacaktı ki onları? panayır çoktan bitmişti. gelecek panayır bir yıl sonraydı. kalktı. arkadaşının bir kenara yığdığı bıçak saplarını kucakladı. bütün gün oturup beklediği deniz kıyısına doğru yürümeye başladı. akşamın güneş batarkenki kızıllığında en son bıçak sapını da denize attığında içindeki hüznün geçtiğini hissetti.